Matrix serisinin senaristi ve yönetmeni olan Wachowski
Kardeşler, önemli bir yapımı ellerine aldılar 2000’ li yılların başında.Alan
Moore’ un * yazdığı ve David Lloyd’ un çizdiği V for Vendetta çizgi romanından
bahsediyorum.Ben de ilk defa film sayesinde tanıştım V karakteriyle, çizgi
romanın yazar ve çizeri her ne kadar filmi beğenmemiş olsalar da kimi açıdan
film kimi açıdan da çizgi roman kendini sevdirdi bana.Yönetmenin asistan
yönetmenlik haricindeki ilk deneyimi olsa da bu film; James McTeigue, işin altından
hakkını vererek kalkmış.Tabii bunda hem Wachowski Kardeşlerin etkisi büyük hem
de yönetmenin, asistanlık dönemindeki çalışmalarının etkisi.
İngiltere’ nin başında faşist bir yönetimin olduğu,
hükümetin uygulamaları karşısında pasif kalan toplumda, korkunun hakim olduğu
bir distopya izlediğimiz.Başlarında ise kendilerini savaştan ve felaketten
kurtarmış, ‘’ büyük ‘’ bir lider var; Adam Sutler.Okuyanlar bilir, çizgi
romanda karakterin adı Adam Susan.Burada çizgi romanda karakterin soyadının ‘’
Susan ‘’ olmasına dikkat çekelim.Alan Moore’ un eserini yazdığı dönem
İngiltere’ de Margaret Thatcher fırtınasının estiği yıllara tekabül ediyor.Biz
her ne kadar Adam Susan’ ı erkek olarak görsek de Alan Moore, göndermesini ‘’
fark edenlere ‘’ gayet başarılı bir şekilde yapıyor.Wachowski Kardeşlerin
soyadını Sutler olarak değiştirmesinin nedeninin erkek-egemen yönetimlere ve
toplumlara bir eleştiri getirmek amacıyla olduğunu düşünüyorum ki çizgi romana
göre birçok şeyi değiştirmelerine rağmen
yine de filmde yüksek kadrolarda kadın göremememiz bunu ispatlar
nitelikte.**Heteroseksüel, beyaz ve Hristiyan olan liderimiz, çizgi romanda
olduğu gibi filmde de bir sır perdesinin arkasında ve toplum içine çıkmayan
birisi.Norsefire Partisi’ nin lideri ülkeyi kendi oluşturduğu birimler
aracılığıyla yöneten, - çizgi romanda görüleceği üzere – güçle orgazm olan,
bağnaz bir lider.Burada not düşmem gerekir ki çizgi romanda parti flaması siyah
zemin üzerine işlenmiş ‘’ N ‘’ harfi iken filmde Nazizme tam manasıyla bir
gönderme yapmak için olacak ki siyah zemin üzerinde kırmızı haç olarak
tasarlanmış.
V ise geçmişini bilmediğimiz, filmin esas karakteri.Film de
bu konuda çizgi romana sadık kalmış, karakterimizin ‘’ erkek olabileceği ‘’
nden başka bir ima yok.Siyahi mi, Müslüman mı, farklı etnik kökenden birisi mi
yoksa sadece muhalif düşünceli bir insan mıydı önceki yaşamında ?
Bilmiyoruz.Fakat karakter, çizgi romana göre oldukça yumuşatılmış, Alan Moore’
un yapıtında V, aslında ‘’ devrimci şiddet ‘’ kavramının vücut bulmuş hali bile
denilebilir.Karakter değişiminde eleştirebileceğim nokta şu olabilir; karakter
bir intikam savaşçısında dönüştürülmüş ki filmde hayatının sonlanışı da intikam
zincirinin son halkasını kırmasıyla gerçekleşiyor.Benim için önemli olan
sahneyse V’ nin kendisini açığa çıkardığı, daha doğrusu halka tanıttığı BTN
baskını sahnesiydi.Ülkenin tüm televizyonlarında yayınlanan bu konuşmanın,
çizgi roman metnine sadık kalmasını isterdim.Çünkü çizgi romandaki konuşma daha
sanatsal ve daha etkileyiciydi.Fakat şu repliğin gücünü tartışamam; ‘’ Eğer
suçluyu arıyorsanız, aynaya bakmanız yeterli olacak ‘’.
Filmde birçok
karakter üzerinde oynama yapılmış, hatta hikayenin genelinde fakat en hoşuma
gideni Gordon üzerinde yapılan değişikliklerdi.Çizgi romanda Evey, on altı-on
yedi yaşlarında birisiyken filmde bu yaş – bilinçli olarak – büyütülmüş.Bunun
yapılmasının nedeni de hikayeye, V ve Evey arasında bir aşk hikayesi
yerleştirmek, filmi gölgelemediği takdirde kabul edilebilecek bir durum
bu.Sonuçta ne senaryolar aşk hikayesiyle heba edildi.Alan Moore, bundan pek
hoşlanmamış olsa gerek, benim yarattığım
kurguyla oynanmasını sanırım ben de istemezdim.Ama yine de, bu durum
filmden bir kesiti gözlerimin önüne getiriyor.V, devrim arifesinde Evey ile
dans etmek istediğinde Evey kendisinin bu isteğini şaşkınlıkla karşılıyordu.V’
nin buna karşılık söylediği manidardı; ‘’ Eğer dans edilemeyen bir devrim
olacaksa hiç olmasın daha iyi ‘’***.İşte bu noktada ben de, eğer içinde aşk
olmayan bir devrim olacaksa hiç olmasın daha iyi demekten kendimi alamıyorum.
Filmde nasıl ki George Orwell’ ın romanındaki ‘’ Big
Brother ‘’ benzeri bir liderimiz varsa, her totaliter rejimde olduğu gibi bir
de sloganımız var; ‘’ Güç saflıktan, saflık inançtan gelir ! ‘’****.Buradaki ‘’ saf
‘’ , ‘’ arı ‘’ sözcüğünden ne demek istendiğini anlamışsınızdır.Faşist bir
yönetimin kullanacağı tarzda bir slogan.Ama beni etkileyen hep George Orwell’
ın romanındaki slogandır; ‘’ Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cehalet
kuvvettir ! ‘’.Fakat tek bir slogan ile işler yürümez faşist ( totaliter )
rejimlerde.Halkın gözünü nefrete bürüyecek, onları düşünemez hale getirecek ve
aynı zamanda dini, milli, ideolojik coşkunluklarını en üst düzeyde tutacak
şeyler de gereklidir.Bunun için distopyamızda, ‘’ Kaderin Sesi ‘’ tam da bu işlevi
görüyor.BTN kanalında ( çizgi romanda radyo ) Lewis Prothero’ da hayat bulan ‘’
Kaderin Sesi ‘’ halka tam da otoritenin istediği kini, nefreti aşılıyor.Lewis Prothero
rolünde izlediğimiz Roger Allam, sanırım totaliter bir rejimin ‘’ sesi ‘’ olsa
ancak bu kadar olurmuş, konuşmaları yaparken gerçekten hissettirebilmesi hem de
bunu ilk dakikalardan rolünün sonuna kadar hakkını vererek yapması takdire
şayan.Ama ben V’ nin kendisini tıpkı çizgi romandaki gibi bir son ile yüz yüze
bırakmasını, en azından bu konuda çizgi romana sadık kalınmasını ve V’ nin
gerçek karakterinin bu sayede anlaşılmasını isterdim.Fakat film V’ nin
karakterini de yeniden ele alıp değiştirdiği için bununla karşılaşamıyoruz.Yine
de ekibin Lewis Prothero’ nun bebek
koleksiyonunu unutmadığını görmek de sevindiriciydi, en azından çizgi roman ile
bağlarını tümüyle koparmıyordu.BTN demişken, kanalda yayınlanan haberler
gördüğünüz üzere manipülasyona dayalı, yani gerçekleri saptıran ve onu istediği gibi değiştiren
haber programları ve diğer programlar da sansürden geçirildikten sonra izleyici
karşısına çıkıyor.Burada Gordon’ a tekrar değinmek istiyorum.Çünkü totaliter
bir rejimin ve onun – olağan olarak – kibirli liderinin en iğrenç tokadı
Gordon’ un yüzünde patlıyor.Filmde V’ nin ruh ikizi olarak yeniden kurgulanan
karakterin takip ederseniz benzer durumlarda benzer replikleri söylediğini de
fark ediyorsunuz, hatta bazen daha iyi cümleler bile kurabiliyor.Kendisinin
BTN’ de bir komedi/eğlence programı sunuyor oluşu da – benim açımdan – ilgi çekici
ve akla birçok şey getiriyor.Biliyorsunuz ki Gordon, hayata veda etmeden önce
yaptığı son programda ülkede yaşanan son durumu karikatürize etmiş ve sonunda
da Adam Sutler’ a gayet güzel bir gönderme yapmıştı.Gelin görün ki totaliter
liderler, ne göndermelerden ne de kendilerinin komedide bir ‘’ unsur ‘’
olmasından hoşlanırlar.Totaliter rejimler, halktan lidere itaat ve –
istemeseniz de – saygı beklerler.*****
Takdir edersiniz ki Adam Sutler, ‘’ demokrasiyi amaç değil
araç ‘’ edinerek koltuğunu elde eden birisi******.Sandıklardan çıkan sonuçla, ‘’
çoğunluğun seçtiği lider ‘’ olarak rejimini kuruyor zaten.Tam da bu noktada V’
nin bir sözünü hatırlatmak gerekir; ‘’ Halk devletten değil, devlet halktan
korkmalı ‘’.Seçilmiş olanlar ( totaliterlerden bahsetmiyorum bile ), iktidarını
korumak için birçok şiddet aygıtına sahiptirler, devletin niteliği budur;
şiddet tekelini elinde bulundurmak.Bu totaliter rejimlerde de ve en demokratik
ülkelerde de böyledir.Bu gücün sahibi genellikle devletin niteliğine göre değişen
egemen sınıf olmakla beraber, herkesin bildiğini burada saklamayarak, bu gücün
araçlarının da ‘’ polis kuvveti ‘’ olduğunu söylemeliyiz.Hükümete, sisteme
karşı her ayaklanmada ‘’ emniyeti sağlamak adına ‘’ her zaman bu kuvvetler,
muhaliflerin karşısında olurlar.Mesela 2008 yılında Yunanistan’ da on beş
yaşında bir çocuğun polis kurşunuyla ölmesi nedeniyle çıkan ayaklanmada polis
şiddetini hatırlıyorsunuzdur ( başlaması da polis şiddeti nedeniyle olmadı mı ?
) ya da 2011’ de İngiltere’ de çıkan isyanı ve oradaki polis şiddetini
hatırlayın, olayları şiddetle bastırmak isteyen polisin nasıl karşı şiddetle
karşılaştığını, A.B.D.’ ki Wall Street Ayaklanması’ nı da hatırlayın ( yedi yüz
kişi tutuklanmıştı ) ve son olarak Brezilya’ daki karşılıklı çatışma halini
alan eylemleri de unutmayalım ve oradaki polis şiddetini.Olayları terörize eden
her zaman, egemen sınıfın ‘’ hegemonya kuvveti ‘’ iken nedense terörist ve kötü
taraf hep karşı taraf oluyor.Bu anlattıklarımın filmde de gayet güzel
karşılıklarını bulabilirsiniz, az önce anlatılanlar kurgusal bir filmin, gerçek
hayattaki yansımalarıydı ya da yönetmen ve senaristler geçmişteki olayları
düşünerek böyle bir kurgu yaratmıştı.Mesela V, kendi oluşumunu etkiye tepki
olarak açıklar.Bu yüzden Sutler ve yönetimine karşı kullandığı yöntem şiddettir
ve hedef listesinde olup da Larkhill
Kampı’ nda görev yapmış olanları da bu yüzden zehirle öldürür, etki ne kadarsa
tepki de o kadardır anlayacağınız.Diğer bir örnek ise V maskesi takan bir
çocuğun, sivil polis tarafından öldürülmesiyle birlikte halkın da bu etkiye ‘’
tepki vermesi ‘’ gibi sıralanabilir.
Filmin sonunda V’ nin ölümüyle, çizgi romandaki arasında da
fark var tabii.Bana kalırsa da bu ‘’ en olmamış ‘’ kısmı.İlk önce filmdeki
ölüme değinelim, 5 Kasım günü Larkhill Kampı’ ndan intikam çığlığı atarak kaçan
V, intikam ateşinde dövülmüş bir karakter.Canavarca uygulamalara maruz kalan V,
Evey’ in onun yüzüne karşı – etkiye tepki olarak – bir canavara dönüştüğünü
söylemesiyle birlikte yeni düzende yeri olmadığını fark ediyor, intikamının
sonunu kendi sonuyla özdeş görüyor.Bu yüzden V, parlamento binasını patlatma
işini yağmurda – tabir-i caizse – kutsanan, intikam çığlığıyla değil, gözyaşı
ve duygularıyla değişen Evey’ e bırakıyor.Çizgi romandaysa V, intikam savaşçısından
çok bir sembol, gerçek manada bir fikir ve V’ nin maskesini çıkardığında Evey
zaten bunu fark ediyor.V, ölen bir ‘’ kişi ‘’ değil ki bu yüzden Evey, V’ nin
maskesini takarak görevi onun ölümünden sonra devralıyor.
Bu incelemeden sonra,
birçokları suya sabuna dokunmadığımı elbette düşünecektir.Az önce okuduğunuz
satırlarda Wall Street Ayaklanması ile Brezilya eylemleri arasında başka bir
ismin geçmesini beklediğinizi de biliyorum, bu ‘’ bazı kişileri ‘’
desteklediğimden değil hele ki ‘’ bazı olayları ‘’ desteklemediğimden hiç
değil, zaten bunu yazarak da rengimi belli etmiş oldum.Bu incelemeyi yazmak,
suya ve sabuna dokunmanın ta kendisiydi.Yazmama nedenimse hala tartışma
ortamını bilmiyor oluşumuz ve bu özel günü kendi görüşlerime kurban etmemek.Hal
böyle olunca, kendi rengimi belli edip pek de tartışma yaratmadan kişisel fikir
kısmına son veriyorum burada.
Daha sonra ne mi oldu ? Filmi çıkana kadar pek el değmemiş
bir eserdi V for Vendetta.Fakat filminden sonra fenomen haline geldi.Nasıl ki
kapitalizm, kendine karşı mücadele eden Che’ nin – bildiğiniz – fotoğrafını
tişörtlerin üzerine basıp satarak bize bir kez daha kendi gerçek yüzünü açık
ettiyse, yine aynı kapitalizm, neoliberal politikacıların muhafazakar rüzgarlar
estirdiği zamanlarda ( Thatcher – Reagan – Özal ) ortaya çıkmış bu sistem
karşıtı – ve dönemi eleştiren - karakterin maskesini yapıp satarak bence gülünç
duruma düştü.Ama asıl sorun burada değildi, çünkü ne Che baskılı tişört giyerek
sosyalist olursunuz ne de V maskesi takarak devrimin anonim kahramanı, sorun
bunu anlamaktı.Eğer tarihte sevdiğiniz bir kişiden, okuduğunuz çizgi romandan
ve izlediğiniz filmden aldığınız yalnız birkaç kelime ve bir maskeyse,
ideolojinizi aklınızın gücüyle savunamıyor ve onu kendi yaşantınızla
gösteremiyorsanız bunu yerine giydikleriniz, (ç)alıntı birkaç söz ve maskeler
sizin yerinize konuşuyorsa, bir şeyler çok yanlış gidiyor demektir.Demek
istediğim şu; fikirler tüketilecek, parayla alınacak şeyler değillerdir, fakat
tüketim toplumu olmaya o kadar adapte olmuşuz ki bunun farkında bile
değiliz.Gerçek veya kurgusal bir karakterden etkilenmek, bizde belli başlı
duygular bırakmış olması elbette güzel ama onların savunduklarını da ancak
onları ‘’ anlayarak ‘’ yaşatabiliriz.Belki bu satırları okuduğunuzda sinirleneceksiniz
fakat Valerie’ nin mektubunda dile getirdiği gibi; ‘’ Dürüstlüğümüz beş para
etmiyor ama elimizdeki tek şey de bu ‘’.
* Watchmen' in de aralarında bulunduğu, gelmiş geçmiş en iyi çizgi romanların yazarıdır kanımca.
** Bazı kişiler Wachowski Kardeşler' in Sutler değişikliğini '' Hitler '' çağrıştırması için yapması için yaptığını söylüyorlar, haklılık payları da var tabii.
*** Anarşizm olur da Emma Goldman olmaz mı ?
**** Filmde '' purity '' yerine '' unity '' yani '' birleşmek '' sözcüğü tercih edilmişse de konu işleyişi bakımından bu küçük detay büyük bir değişiklik yaratmıyor.
***** Ülkemizde 2000' li yıllardan sonra açılmış karikatür davalarına, bir de son '' sigara içirtmeme '' polemiğine bakın, örnekler çoğaltılabilir tabii ki, bu konuda örnek verebilecek konu sıkıntımız son yıllarda hiç olmadı.
****** 1997 yılında belediye başkanlığı yapan bir zatın, bugünlerini aydınlatan konuşmalarını bulup izlemek çok zor olmayacaktır.
'' Hellbazer ''
Güzel bir analiz olmuş
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil