II. Dünya Savaşı bittikten sonra Stalin
yönetimindeki Sovyetler Birliği ile A.B.D. ve kapitalist Avrupa arasında
neredeyse hiç bitmeyeceği düşünülen bir Soğuk Savaş başladı.Bu savaş Dünya
üzerinde yeni devrimler gerçekleşip, sosyalist yönetime her bir yeni devlet
katılışında daha da harlandı.Siyasi krizler, Altı Gün Savaşları, 68 gençliği,
Küba Füze Krizi gibi daha bir çok olay kazındı akıllara.II. Dünya Savaşı’ ndan
1980’ lere gelene kadar çok ülke yıkıldı, çok ülke kuruldu, kapitalizm birçok
krize girdi, her seferinde de güçlenerek çıktı fakat 1980’ lerde sosyalizmi
temsil eden Sovyetler Birliği içine girdiği krizden çıkamadı ve 1950’ lerde
başlayan içten çürüme dışa vurdu.Çok da şaşırmamak lazım, kapitalizmin güce,
imkanları ve yayılma alanı daha fazlaydı ve kendini gösterebileceği,
anlatabileceği çok da fazla alanı vardı.Mesela radyo, mesela televizyon, mesela
sinema… Bundan daha önce de bahsetmiş olsam da konunun asıl konuşulması gereken
yer burası olduğundan konuyu daha da genişletmekte fayda var.Az önce
kapitalizmin sinemayı kullanışından söz ettim, fakat aynı sektörü sosyalistler
de kullanmış ve bana kalırsa daha başarılı örnekler vermişlerdir.Sovyetler
Birliği’ nde sinema denildiğinde akla gelecek ilk isim; Sergei
Eisenstein.Kendisinin yeri sinema tarihinde çok farklıdır, benim için de
öyle.Belki şuan size tüm filmlerini anlatamam ama Grev ve Potemkin Zırhlısı
filmlerinden biraz bahsetmekte ve şiddetle tavsiye etmekten hiçbir sıkıntı
görmüyorum.Mesela Grev filmi insana çok şey düşündürür, aklınıza birçok şey
gelebilir bu filmi izlerken.Hırsızlıkla suçlanan bir işçinin intiharı ile
başlayan bir grevin, sonradan işçilerin arasına provokatörler sokulması o da
yetmeyince polisin devreye girmesiyle devam eden bir film, dediğim gibi bu
filmi izleyince neler gelmez ki akla… Ama Eisenstein’ in gerçek bir efsanesi
varsa o da Potemkin Zırhlısı’ dır, her ne kadar propaganda filmi olarak
istenmiş olsa da, yönetmen bugün bile güncelliğini ve etkileyiciliğini
yitirmeyecek muhteşem bir film ortaya çıkarmış.Bugün bile bu filmi izleyenler
arasında geçen konuşmada mutlaka ‘’ Odessa Merdivenleri ‘’ sahnesini
duyarsınız.Çünkü o kadar etkileyici bir sahnedir ki, tüm filmi unutabilirsiniz
fakat bu sahne mutlaka akılda kalacaktır, bir annenin oğlunun cansız bedeniyle
askerlerin karşısına dikilişi, onlarca insanın tereddütsüz askerler tarafından
kurşuna dizilişi veya küçük bir bebeğin bile katledilişi… Bu noktada örnek
vermem gerekirse, Hollywood sinemasında da bu sahneden etkilenen filmler
mevcut, geçtiğimiz incelemede bahsettiğim Brazil filminde bunu görebileceğiniz
gibi en açık örneği Star Wars III : Revenge of The Sith filmi olmuştur.Hatırlarsınız,
Darth Vader’ ın arkasında klon askerler eşliğinde Jedi Akademisi’ ne gidip,
küçük ya da büyük demeden oradaki tüm Jedi’ ları öldürdüğü baskın sahnesinden
bahsediyorum.Çok lafa gerek yok, Potemkin Zırhlısı izleyebileceğiniz en müthiş
yapımlardandır.Kapitalizmin bize sunduğu filmlere geçmeden önce Charlie
Chaplin’ in yönettiği ve oynadığı Modern Zamanlar* filmi son örneğimiz olsun.Kapitalizmde
makineleşmeye yapılmış en güzel eleştiriyi bulursunuz bu filmde, Fordizme
getirilmiş en esaslı eleştiridir.Kitap okumayı sevmiyor olabilirsiniz fakat
siyasetle aranız iyi ise bu film tavsiye listemin ilk üçünde kendisine rahatça
yer bulacaktır.Modern Zamanlar sayesinde kapitalizmde makineleşmenin yanında
insanların da ne kadar ‘’ mekanikleştiğini ‘’ görürsünüz, komedi filmi olabilir ama bir yandan da
üzülürsünüz.Bu filmin sonunda bir tek ben mi hüzünlenirim, bilemem.Bildiğim tek
şey ise filmi izledikten sonra ‘’ Keşke 1930’ larda yaşasaydım ‘’ diyecek ve bu
filmi kendi zamanında, korkusuzca ayakta alkışlamak isteyeceksiniz.
Holywood’ un çektiği filmler ise daha çok
aksiyon üzerineydi, insanlara da korku aşılamayı amaç ediniyordu daha çok (
nadir örnekler mutlaka çıkacaktır ).Açıkça verilmese de anti – komünizm ve
A.B.D. milliyetçiliği ile alttan alta besleniyorduk.Bu konuda ilk vereceğim
örnek tahmin etmeniz gerekir ki Atom Man vs. Superman filmi olacaktır.Lex
Luthor’ un bile Atom Man olduğu bu filmde en azından yönetmen ve senaristlerin
zamanın korkularına, bçyle bir isim seçimiyle nasıl da ayak uydurduklarını
gördük.Çok değil, beş sene sonrasının filmi Day The World Ended ise nükleer
savaş sonrası radyasyonun etkilerini anlatan, bol yaratıklı bir aksiyon
filmi.Fakat Maymunlar Cehennemi denildiğinde bir durmak lazım, bu seriyi ben de
çok severim.Bildiğimiz Dünya’ nın atlattığı son savaştan sonrasını anlatan bu
film, olası gelecek olarak efsane bir filmdir, ufak bir de not düşmek
gerekirse, insanlık kendi kendisini yok etse de yaşamın bir şekilde devam
edeceğini de bize çok güzel anlatır.Şimdi vereceğim son iki örnek de sinema
tarihine adını altın harflerle yazdıran benim de sevdiğim iki film; The
Terminator ve The Matrix.The Terminator, nükleer savaşın ardından bize mükemmel
bir distopik örnek sunuyor, aldığı her övgüyü hak eden bu film, yakında
serisine yeni bir filmi daha ekleyecek, ama bana kalırsa ilk iki filmin yanına
bile yaklaşamayacak.The Matrix, Sovyetler Birliği’ nin yıkılışından sonra çekilmiş
olsa da yine nükleer silahlardan dem vurur.İnsanoğlunun makinelere karşı son
umut olarak nükleer silahları kullanmasının sonrasında oluşan gerçek ve sanal
Dünya’ yı anlatan bu film ( ve serinin devam filmleri ) hem nükleer silahların
çözüm olmadığı konusunda bizi uyarmış oldu hem de Dünya’ nın gerçekliği
hakkındaki sorgulamalarıyla kendisini bugün bile tartışılan bir film haline
getirdi.Aynı kalitede çekilecek bir devam filmine ben dahil kimsenin ‘’ Hayır !
‘’ demeyeceğini düşünüyorum.
Giriş kısmı çok uzun gelmiş olabilir fakat
Christopher Reeve’ in Superman olarak oynadığı son filme de iyi bir inceleme
yakışırdı.Son okuduğunuz Supergirl incelemesinden sonra bu incelemede de ağzımı
açıp gözümü yumacağımı düşünüyorsunuzdur.Böyle düşünmekte haklısınız, ben de
incelemeyi yazmadan birkaç gün önce böyle düşünüyordum.Fakat bu sefer
eleştirilerim direkt Warner Bros.’ a ve yönetmene yönelik olacak.Filmin
kendisine olan eleştirilerim noktasında şaşırabilirsiniz, aslında şuan böyle
düşünürken ben bile şaşırıyorum.Fakat bu filmin kötü olmasının altında yatan
sebepler farklı, Richard Donner ile anlaşmazlığa düşen Warner Bros. nasıl ki
tekrardan muhteşem bir film izlememize engel olduysa, muhteşem olmasa bile bu
filmin makul, kabul edilebilir olmasını engelliyor.Sidney J. Furie ve şirket
hakkındaki eleştirilerimi sonraya saklayayım ve sizi çok bekletmeden
incelememize geçelim.
Bir önceki filmden farklı olarak ilk iki
filmin jeneriği ile başlayan film, her ne kadar o epik müzikle başlarsa
başlasın, insanda – görsel olarak – o etkiyi yaratmıyor.Jeneriğin devamında
gelen sahnede ise umutlanmadım değil, çünkü Superman, Sovyetler Birli vatandaşı olan üç kozmonotu
kurtarıyor hatta onların dilinden bile
konuşuyor ( Komünist Rusya’ nın dilini bilen bir Superman o dönemler için
şaşırtıcı bence ).Bu ufak kurtarma sahnesinin ardından karakterimizi
Smallville’ de görüyoruz, bu yönetmen tarafından düşünülmüş güzel bir ayrıntı
fakat geçtiğimiz filmde Lana ile yakınlaşan Clark Kent fikri daha
güzeldi.Buradan fark ediyoruz ki Sidney J. Furie, bir nevi üçüncü filmi yok
sayıyor ( Martha Kent’ in ölümü dışında ).Asıl gözlerinizin fal taşı gibi
açılacağı kısmı da söylemedim, aslında bu film kendisinden önceki tüm filmleri
yok sayıyor.Mesela ilk filmde Jor-el’
in, Kal-el’ i Dünya’ ya yollarken gemisine koyduğu yeşil modülü hatırlarsınız
hatta Superman bu ‘’ tek ‘’ modülü ikinci filmde güçlerini tekrar alabilmek
için kullanıyordu.Fakat ne oluyor ? Clark,
Smallville’ deyken kendisinin gönderilmiş olduğu uzay gemisinde bir ‘’
yeşil modül ‘’ buluyor.Üstüne üstlük yetmezmiş gibi Richard Lester’ in ikinci
filmde yaptığı hataya düşerek kendi kafasından güç uyduruyor.Gemideki modülü
almasının ardından Clark Kent, bakışlarıyla gemiyi yok ediyor.Isı bakışı değil,
normal bakıyor işte.Daha durun, bu filmde bakışların etkisi çok büyük.Sidney j.
Furie sayesinde Superman, Dünya’ yı neredeyse iki göz hareketiyle kurtaracakmış
da anlaşılan birisi müdahale etmiş.
Arada geçen birçok
aksiyonlu sahneyi atlarsak, sıra filmin esas konusuna geliyor.Devletler arası
görüşmelerin olumsuz sonuçlanması üzerine A.B.D. başkanının televizyona çıkıp,
ağlamaklı bir halde ‘’ Silahlanma yarışında galip olmaktan başka çaremiz yok
‘’ gibi konuşmalarından sonra Jeremy
adlı çocuğun aklına bir fikir geliyor; silahlanma yarışını durdurmak için
Superman’ den yardım istemek.Söylemeyi de unutmayalım, bu esnada Lex Luthor,
yeğeni Lenny’ nin yardımıyla çoktan hapisten kaçıp yeni planlarını uygulamak
için Metropolis yollarına düşüyor.Hazır Lenny ve Jeremy demişken, peşin peşin
bu iki karakterin de bir halta yaramadığını , sırf Jeremy adlı çocuğun
konuşmasını duymamak için filmi ikinci izleyişimde Türkçe dublajlı izlediğimi
söyleyeyim ( Beş dakikalık sahne neler yaptırıyor görün ).Yani Superman ile
iletişime geçmesi beklenen bu çocuğun konuşması neden bu kadar itici olabilir
ki ? Ya da oynayacak başka çocuk mu yoktu ?
Yine arada geçen birçok olayı atlayarak
Nuclear Man’ e gelelim.İsmi bana görür görmez Atom Man’ i hatırlatmadı değil.Zaten
bu filmde de karakterin yaratıcısı Lex Luthor.Anlayacağınız 1950’ li yıllarda
tek olan düşmanımız şimdi iki ayrı bedende; birisi neredeyse düşünme yetisinden
yoksun Nuclear Man diğeri de bildiğiniz dahi Lex Luthor.Filmi izlerken ve her
şey neredeyse güzel giderken, yeni oluşan Nuclear Man’ in ‘’ Superman’ i yok
edeceğim ! ‘’ demesi filme yine darbe vuruyor, Nuclear Man, Superman’ i nereden
tanıyor olabilir ki ? İlk önce karakterin oluşumuna değinirsek, kendisi
Superman’ in bir klonu.Lex Luthor genetiğiyle oynadığı ve oluşum süreci de
Superman’ den farklı olduğu için güçleri de farklı haliyle.Fakat filmi
izledikçe karakterin yaratılışındaki, özelliklerindeki boşluklar dikkat
çekiyor, bir yerde bir eksiklik olduğunu hissediyorsunuz.Bu eksiklik hissinin nedenine
geleceğim fakat önce olumsuz eleştiri yağmuruna başlamalıyım.Bu filmde en çok
bilinen ve en çok dalga geçilen sahne hangisi ? Tabii ki Çin Seddi’ nin Nuclear
Man tarafından yıkılıp, Superman’ in çekici bakışlarıyla yeniden onarıldığı
sahne ! Sidney J. Furie, Superman’ e yeni güçler monte etmenin sınırını aşarak
filmi çekilmez bir hale getirmiş bana kalırsa. Bunu bırakın sahnenin mantıkla
açıklanabilecek bir yanı yok.Superman bakışlarıyla Çin Seddi’ ni onardı
diyelim, mimarinin parça parça olmuş taş bloklarını nasıl eskisinden daha yeni
hale getirdi ? Bunu da geçelim, peki Metropolis’ te havada asılı bir biçimde
dönen insanları nasıl bakışları ile aşağıya indirdi ? Bu film Jean Grey’ in
solo filmi de ben mi yanlış biliyorum yoksa ? Bunu da geçin, asıl bomba şimdi
geliyor.Daily Planet’ i satın almış olan David Warfield’ in kızı Lacy’ e aşık
olan Nuclear Man, büyük bir kız kaçırma girişimiyle Daily Planet’ dan kaçırdığı
Lacy’ i nereye götürüyor dersiniz ? Uzaya, Dünya atmosferinden kilometrelerce
uzağa ! Sanırım Sidney J. Furie, filmi çekerken hiç mi hiç Superman bilgisine
sahip olmamakla birlikte, biraz olsun bilimsel bilgiye de sahip değilmiş.Bugün
biraz televizyondan, biraz okul derslerinden ya da ilgilenip de yapılan ufak
araştırmalardan herkes bilebilir ki uzayda insan nefes alamaz, oksijen tüpüyle
uzaya çıksa da basınç farkından dolayı hayatını kaybeder. Astronotlar neden o
elbiseleri giyiyor Sidney J. Furie ? Aslında bilimsel yönden açıklanamayacak
başka şeyler de var ancak bunu sizin bulmanızı ve söylemenizi isterim şahsen,
bakalım kimlerin bilimle arası daha iyi.
Peki bu filmin bu kadar
kötü olmasında Warner Bros.’ un payı ne ? Şimdi siz böylesine büyük bir
karakteri sinemaya taşıyacak olsanız ve bunu da bir ortakla yapacak olsanız
seçiminiz nasıl olurdu ? Kaliteli işler yapan, kendisini ispatlamış bir yapım
şirketi olurdu değil mi ? Peki Warner Bros ne yapmış ? Gidip Cannon Films adlı
‘’ B sınıfı ‘’ filmleri ile ünlenmiş,
ucuz senaryolu filmler çeken bir şirket ile anlaşmış ve filmi birlikte
yapmışlar.Olacak iş mi bu ? En azından filmdeki efektlerin neden bu kadar kötü
olduğunu böylelikle anlamış oluyoruz.Diğer eleştirilecek nokta da yönetmen
seçimi.Sidney J. Furie dediğimiz isim, fark ettiğim kadarıyla ne kurgu ne de
montajdan anlıyor.Zaten filmografisinin incelenmesi sonucunda, bu film için
seçilebilecek en kötü yönetmen olduğunu da görüyorsunuz.Warner Bros. adlı
şirket Superman’ in sinema ile ilişkisini kesmek için elinden geleni yapmış,
Sidney J. Furie de her şeyi düzelten bakışlar, hafıza silen öpücüklerle bu
misyonu tamamlamış.Ah Richard Lester, nereden çıkardın bu hafıza silen öpücüğü
!
Şuan bu filmi izlerseniz, hiç değilse
bulabildiğiniz kadarıyla silinmiş sahneleri de izleyin veya görsellerini bulun
ve bakın.Bir buçuk saat süren asıl versiyon aslında iki saatten daha uzun ve
kesilen sahnelerden birkaçı film için en önemli sahneler.Mesela Nuclear Man bir
değil iki tane, ilk prototip biraz kusurlu olduğundan ikinci aşamadaki Nuclear
Man, ona nazaran daha iyi.Ancak silinmiş sahneler filme konulmuş olsa, ikinci
Nuclear Man’ in Superman nefreti ve Lacy’ e olan aşkı konuları havada kalmamış
olabilirdi.Ya da filmin başlarında gördüğümüz Clark’ ın anne ve babasının
mezarını ziyaret ettiği sahne, ikinci Nuclear Man ile savaştıkları bazı
sahneler kesilmese ve filmden bazı sahneler çıkarılıp, yetenekli bir yönetmenin
elinde biraz daha iyi kurgulanıp montajlansa adım gibi eminim ki bu film daha
izlenilebilir bir Superman filmi olabilirdi.**
Peki bu filmden sonra ne
oldu ? Christopher Reeve, bir kaza sonucunda felç kaldı, 2004 yılında ise
hayata gözlerini yumdu.Ama her şeye rağmen bugün Superman dendiğinde gözlerin
önünde gelen ilk isim de yine kendisi oldu, belki de bazen biz bile Dünya’ nın
şimdiki gidişatına baktığımızda, ölen onlarca masum insanı gördüğümüzde
Christopher Reeve suretli bir Superman’ in onları kurtarmasını bekliyoruz ve
kendi kendimize soruyoruz; ‘’ Neredesin Superman ? ‘’.*** Fakat hiçbir zaman
çıkıp gelmedi, gelmeyecek de ama yine de hayal kurmaktan daha güzel bir şey
yok. Sadece dört filmlik bir geçmişi bile olsa Christopher Reeve bizim için hep
Superman olarak kalacak, 2004 yılında Smallville dizisinde kendisini son kez
gördüğümüz haliyle değil, Superman kostümünü giydiği ilk günkü haliyle onu
hatırlayacağız ve onu hiç unutmayacağız, en azından ben unutmayacağım.
Margot Kidder ise bu filmden sonra çok
geçmeden psikolojik bir hastalığa yakalandı.Özel hayatında ve ekonomik
hayatında zorluklar yaşadı ama tedavisini gördü ve bugün hala bazı yapımlarda
kendisine rastlıyoruz.Kendisini Superman ile ilgili olarak en son Smallville’
de Brigette Crosby rolünde gördük.Lex Luthor rolünde izlediğimiz Gene Hackman
ise 2004 yılından bu yana herhangi bir yapımda rol almamakla birlikte Superman
ile alakalı başka bir yapımda da rol almadı, bu rolü en iyi oynayan kişinin de
nedense hala Gene Hackman olduğunu düşünüyorum, fikrim değişir mi ? Bilemem.Perry
White rolünde izlediğimiz Jackie Cooper’ ı da bu filmden sonra fazla bir
yapımda göremedik, 2011 yılında ise hayata veda etti.Bundan önceki yapımda
Jimmy Olsen rolüne daha çok dikkat edeceğimi söylesem de kendisini bu
yapımlarda çok da aktif göremediğimden bu dediğimi yapamadım, bu yapımda
oynayan Marc McClure’ yı da birçok yapımda gördük, Dax-Ur rolüyle de Smallville’
de kaçınılmaz olarak kendisine yer buldu.
‘’ Daha daha ne oldu ? ‘’
derseniz, Superman karakterinin sinema hayatı uzun sürecek bir şekilde
sıkıntıya girdi, Sovyetler Birliği yıkıldı, Türkiye de ANAP’ lı yıllarının sonlarındaydı,
ama her şeye rağmen herkes daha neşeli ve daha sevinçliydi, işin daha güzel
kısmı bu neşeli yıllar daha da neşeli, renkli ve cıvıl cıvıl bir Dünya’ nın
kapılarını aralıyordu kendisine; 90’ lar.Biz de böylelikle 1970 ve 1980’ li
yılları bitirmiş olduk, 90’ lı yıllarda görüşmek üzere diyerek hepinize keyifli
dakikalar diliyorum.Bir sonraki incelemede görüşmek üzere, hoşçakalın..
*
Modern Zamanlar deyince aklıma, aynı zamanda Eric Hobsbawm’ ın kendi hayatını anlattığı tarih
seven tüm insanların okumasını tavsiye ettiğim ''Tuhaf Zamanlar'' adlı eseri geldi.
**
Filmi gerçekten çok kötü olsa da bu filmin çizgi roman adaptasyonu okumaya
değer emin olun.
***
Neredesin Süpermen ? adlı filmi hala izlemediniz mi ? Çok şey kaçırmışsınız
demektir.
'' Hellbazer ''
0 yorum:
Yorum Gönder