1940’ lı ve 1950’ li yılların ardından 1970’ li yılların
sonuna gidiyoruz.Ancak bu yıllar Superman’ in hakettiği konuma ulaştığı ve
hatta sinemada efsaneleşeceği yıllar olarak hafızalara kazındı.Efasnevi Superman Christopher Reeve’
i dört film boyunca Superman olarak izleyeceğimiz 70’ li ve 80’ li yılların
ardından bugün bile ününü ve başarısını koruyan bu filmler o yılların çocukları
( bugünün büyük insanları ) tarafından hiç unutulmayacak ve hatta her yeni
seçilen oyuncu Christopher Reeve ile karşılaştırılacaktı onlar tarafından.Çünkü
onların deyimiyle Christopher Reeve ‘’ bir insanın uçabileceğine inandırmış ‘’
bir oyuncu olarak hep Superman olarak
kalacaktı.İşte bu yüzden bu ve bundan sonraki üç film hakkındaki incelemelerin
yeni jenerasyon için tanıtım, eski jenerasyon için ise anıları tazeleme
yazıları olacağını düşünüyorum.O zaman beklemeye gerek yok, zaman tünelimizin
yeni durağında inmeye hazırız.Richard Donner’ in yönetmenliği ve Mario Puzo’
nun senaristliği* ile karşımıza çıkan filmimizin başrollerinde Marlon Brando,
Gene Hackman ve Christopher Reeve var.
Evet, bu film ile
beraber Superman’ e üçüncü kez yeni bir başlangıç yapıyoruz.Önceki yapımlarda
olduğu gibi, karşımızda tekrar Kripton’ u buluyoruz lakin ne konsey
münakaşaları karşımızdaki ne deolağan bir başlangıç.Filmimiz General Zod, Ursa
ve Non adlı üç suçlu ile karşılaşıyoruz.Konseye bu üç kişinin suçlarını okuyan
kişi ise Jor-el, böylelikle filmimizin ilk
büyük karakteriyle karşılaşmış oluyoruz.Tabii suçluların ‘’ Hayalet
Bölge ‘’ ye gönderilmesi için tüm konseyin ortak bir şekilde bu üç kişiyi suçlu
ilan etmesi lazım ve Jor-el dışında tüm konseyin ‘’ Suçlu ! ‘’ kararının
ardından son oy hakkı Jor-el’ e geldiğinde
General Zod, ‘’ Karar oy birliğiyle alınmalı Jor-el.O yüzden iş bir tek
senin oyuna kaldı.İstersen bizi mahkum edebilirsin ve ben bunun için yalnız
seni sorumlu tutarım. ‘’ diyecektir ve bu replik bilindiği üzere bir sonraki
filmin anahtarı olacaktır.
Sonrası malum, konseyin Kripton’ un yok
olmayacağına dair sonsuz inançları, Jor-el’ in bir rokete yerleştirerek Dünya’
ya yollaması…Fakat Jor-el’ in, Küçük Kal-el’ i Dünya’ ya yollamadan önce onunla
canlı olarak son konuşmasıbeni her zaman etkilemiştir ve etkileyecektir; ‘’ Uzaklara gidiyorsun benim minik Kal-el’
im.Ama seni hiç yalnız bırakmayacağız.Ölümle yüz yüze geldiğimiz zaman bile
hayatlarımızın zenginliği sana miras kalacak.Bütün sahip olduklarım, bütün öğrendiklerim, bütün hissettiklerim,
tüm bunlar ve daha fazlası sana miras kalacak.Beni içinde taşıyacaksın yaşadığın
her gün.Benim gücüm sana geçecek.Benim hayatımı kendi gözlerinle göreceksin.Senin
hayatın da benim gözlerimden okunacak.Oğul babası olacak, baba da oğlu…Bu sana
verebileceğim tek şey Kal- el. ‘’.
Spencer Bennett ve Thomas Carr’ ın ardından izlediğim yok
olan Kripton tasvirini bu kez de Richard Donner’ in tasviri Marlon Brando’ nun muhteşem
oyunculuğu ile izlediğimde tek söylediğim şey ‘’ Muhteşem ! ‘’ oldu.Hele ki
Marlon Brando’ nun gözlerinde oğluna
veda eden ‘’baba’’yı görebilmemiz, eşine az rastlanır bir oyunculuk eseridir
bana göre, herkes bu acıyı hissettiremez kamera karşısında ya da oğlunu
kurtaracak olan bir babanın haklı gururunu.Küçük Kal-el rokete konulup, Dünya’
ya doğru uzun yolculuğuna başladığında, Jor-el’ in öngördüğü üzere Kripton yok
olurken yaratılan atmosfer, insanların çığlık çığlığa kaçışması, o panik ve
dehşet anları da Richard Donner tarafından
gayet ustalıkla ve etkileyici bir biçimde kurgulanmış hatta
etkileyicilik en üst noktasına ulaşmıştır.
Uzun bir yolculuğun
ardından mısır tarlasına düşen bir uzay gemisi, oradan tesadüfen geçerken
Kal-el’ i bulan ve Jonathan Kent-Martha Kent çifti derken beraberinde lise
çağındaki Clark’ ı görmemiz sonrasında,
belki de en dokunaklı sahne Jonathan Kent’ in ölümünün ardından kendini arama yolculuğuna
çıkacak olan Clark’ ın o uçsuz bucaksız tarlada annesi Martha Kent’ e
sarılmasıdır.
Superman’ i yaklaşık
elli dakika sonra görebilsek de, sadece saniyelerle sınırlı bir ilk uçuş
anından ibaret.Bu arada dikkatinizi çekecek mi bilmiyorum, Superman ilk uçuşunu
George Reeves tarzında yapıyor; iki kol da öne doğru uzanarak y biçimini alacak
şekilde, avuçlar aşağıya bakar vaziyette bir uçuş tarzı.Bunu da sadece bu
sahnede görüyoruz, belki de Richard Donner böyle bir atıfta bulunmak
istemiştir, belki bir tesadüftür ama bana kalırsa bu bir gönderme.
Tabii bundan sonra yavaş yavaş hikayenin ana karakterlerini
- ve yan karakterlerini – görmeye başlıyoruz.Lois Lane, Jimmy Olsen, Perry
White, dahi kötü adamımız Lex Luthor ve yardımcıları Otis ile Bayan
Teschmacher.İşte işin zevli kısmı da burada başlıyor, gazeteci Clark Kent’ i de
burada görüyoruz, artık biyolojik babası Jor-el’ den öğrenebileceği birçok şeyi
öğrenmiş, olgunlaşmış bir Clark Kent – veya Kal-el ne dersek- ama biraz
farklı.Tamam kendisi gözlük takacak, takım elbise giyecek kısacası kimliğini
gizleyecek, bunu biliyoruz.Ancak karşımıza geçmişten farklı biçimde yeniden
kurgulanmış haliyle çıkıyor.Clark Kent, beyefendi, güler yüzlü, iyi bir insan
olmasının yanında fazlasıyla saf ve sakar daha doğrusu bu şekilde davranıyor
yanındaki insanın şüphesini çekmemek için.Öncesinde izlediğimiz zeki ve
beyefendi Clark’ ın yerini alan bu yeni tasvir eminim ki sadece Christopher
Reeve’ e yakışan bir durum, yani bu rolü kendisinden başka hiç kimse yapamayacaktır
hiçbir zaman.Tabii bu yeni Clark Kent yorumunun aslında insanoğluna bir
eleştiri niteliğinde olduğunu söyleyenler de var, insanoğlunun acizliğini
vurgulamak için bu yolun seçilmiş olduğunu belirtenler, bunu da unutmamak
lazım.
Filmde her şey
sırayla ve güzel bir kurguyla ilerliyor, ilk önce Lois Lane’ i helikopter
kazasından kurtararak Kal-el kahramanlığa ilk adımını atıyor ve Richard Donner
sayesinde de sırayla diğer adımları takip ediyoruz, ağaçtan kedi kurtarmaya
kadar.Ancak kahramanımız hanedanının sembolü ‘’ S ‘’ harfini göğsünde taşıyor
olsa bile ta ki Lois Lane ile röportajını gerçekleştirene kadar isimsiz bir
şekilde – Pelerinli Harika başlıkları geçiyor gazetelerde kendisi için –
insanları kurtarıp, suçu önlüyor.anlayacağınız o romantik röportaja kadar
Superman adını hiç duymuyoruz, bu bir sorun mu ? Bence değil.
Neo-liberal
politikalarla beraber daha değerli olmaya başlayan arsalar, yönetmen Richard
Donner ve senarist Mario Puzo’ nun dikkatini çekmiş olacak ki, dönüşen
kapitalizmin yarattığı bu arazi çılgınlığı Lex Luthor’ un da kötü planını
oluşturmuş.açıkçası bu bir dönüşen kapitalizmin eleştirisi midir bilmiyorum ama
sanki bu durumu fazla göze sokmadan kötü
adam üzerinden göstermeye çalışmışlar gibi..
Aslında bahsettiğimiz bu film en başından sonuna kadar,
çekildiği yılın çok ötesinde bir film olduğunu hissettiriyor, aksiyon – ve
biraz da komedi – dram unsurunu da içine katıp bunları müthiş bir şekilde
harmanlıyor.Zaten salt aksiyon olarak Superman bir noktadan sonra kendisini
tekrarlamaya ve sıkıcılaşmaya mahkum.Bu yüzden Superman : The Movie, 1978
yılından günümüze tekrar tekrar izlenen muazzam
bir film olmayı başarıyor
diyebiliriz.Bunda oyuncuların da payı çok büyük aslında, özellikle Christopher
Reeve’ in.Çünkü Christopher Reeve bu filmden sonra insanların gözünde kendisi
olmaktan çıkmış, adeta gerçek bir Superman olmuştur ki bunu da fazlasıyla hak
ediyor.İlk filmin üzerinden seneler geçmiş olmasına rağmen kendisi hala
Superman dendiğinde ilk akla gelen isim olması, hatta bazı insanlar tarafından
‘’ Superman olmak için doğmuş ! ‘’ sözlerini bile duyuyor olmamız boşuna
değil.Aç gözlü, güç takıntılı, para aşığı ve katil ruhlu Lex Luthor’ u oynayan
ve bunu bize muhteşem bir şekilde yansıtan Gene Hackman da benim için açıkçası
en uygun oyuncu tercihidir.Christopher Reeve ne kadar başarılıysa Gene Hackman
da en az o kadar başarılıdır, adı pek anılmasa da aslında o da gerçek bir Lex
Luthor’ dur.
İzlerken fark ettiniz
mi bilmiyorum, o meşhur röportaj sahnesinde Superman, ‘’ doğruluk, adalet ve
Amerikan yolu ‘’ nda mücadele ettiğini söylüyordu.Eski diziyi izleyenler fark
etmiştir, sonuçta altı sezon boyunca bu repliği duydular hep Adventures of
Superman dizisinde, bu görünür şekilde geçmişe bir göndermedir.Diğer bir husus ise çok
tartışılır çizgi roman okurları tarafından; Superman’ in zamanı geriye
alması.Başta ‘’ Siz zaman yolculuğuna inanır mısınız, sizce bu mümkün mü ? ‘’
diye sormalıyım.Cevap ‘’ Hayır ‘’ ise zaten boşa tartışmış olursunuz.Ancak
sorunun cevabı ‘ Evet ‘’ olup da Dünya’ nın tersine dönmesi hususuna
takıldıysanız, daha önce herhangi bir yerde görmediğim ya da fark etmediğim
farklı bir teorim var.Konuyu çok dağıtmadan hemen anlatayım, şimdi Superman
aslında Dünya’ nın tersine dönmesini sağlayarak zamanı geri sarmıyor.Dünya,
Superman için tersine dönüyor o kadar.Dünya’ nın etrafında dairesel bir biçimde
dönme sebebi ise o hız ile düz bir doğru şeklinde uçtuğu takdirde kendisini
başka bir evrende ve düşündüğünden başka bir zamanda bulabilecek olması tehlikesi
nedeniyle olabilir, yani Superman işini garantiye alıyor diyebiliriz.Bu ufak
bir teori tabii ki, çürütülebilir ama ben böyle olduğuna en azından yönetmenin
bu şekilde düşündüğüne inanıyorum.
Önceki
incelemelerimde artık Jimmy Olsen karakterini de dikkatle inceleyeceğim
demiştim.Bu dediğimi unutmayarak fakat filmde çok da önemli bir konumda değil,
hatta filmin sonlarına doğru Superman’ in Jimmy’ i kurtarma sahnesi olmasa pas
geçilmiş bir karakter bile denilebilir.durum
böyle olunca filmdeki komediyi üstlenen karakter, önceki yapımın aksine
Jimmy Olsen değil de Otis olmuş, avanak ve sakar bir karakter olan Otis de
kendini sevdirmiyor değil.Perry White
rolünde izlediğimiz Jackie Cooper ise bize John Hamilton’ u hiç aratmıyor, ki
zaten tıpkı eski yapımdaki Perry White gibi o yüzden hiç mi hiç yabancılık
çekmedim.Görsel efektlere geldiğimiz zaman ise, yine kendi yılının ötesinde
bugün bile izlendiğinde göze çok batmayan efektlere sahip, hem de CGI animasyon
teknolojisinin bugün bize sunduğu tamamen animasyon efektlerin yanında
gerçekçiliği ile parlıyor bile diyebilirim.
Son olarak şunu
söylemek gerekir ki, bugün Man of Steel ne kadar ciddi bir yapım ise bu
Superman filmi de o kadar ciddi bir yapım.Yani bazı kesimin düşündüğünün aksine
ciddiyet yoksunu bir film kesinlikle değil, bir ağırlığı var filmin.Ayrıca bu
filmin diğer bir güzelliği, ilk filmde gördüğümüz muhteşem kadroyu ikinci
filmde de görecek olmamız.’’ Peki ya Jor-el ? ‘’ dediğinizi duyar gibiyim.bunun
cevabını bir sonraki incelemede alabilirsiniz.Şimdilik sizi bu muhteşem film
ile baş başa bırakıyor ve iyi seyirler diliyorum, hoşçakalın.
* Richard Donner’ i meşhur dört filmlik Cehennem Silahı
serisinden tanıyoruz.Mario Puzo’ yu ise yine bir o kadar meşhur üç filmlik Baba
filminden hatırlıyoruz ki kendisi aynı isimli romanın yazarıdır da.
‘’ Hellbazer ‘’
0 yorum:
Yorum Gönder